13 Şubat 2014

Sony PMW-300 Deneyimi


   XDCAM ürün grubunun yeni modellerinden biri olan PMW-300, yüksek satış rakamlarına ulaşmış olan XDCAM EX3'ün yerini aldı. Yaklaşık yedi yıl önce piyasaya çıkan EX3, sağlamlığı ve pratikliği ile son derece başarılı olan ve benim de sıklıkla kullanmakta olduğum bir kamera. Ancak, ilerleyen video teknolojileri, yeni kayıt formatlarının ortaya çıkması ve kullanıcıların daha yüksek kayıt standartlarına ulaşma beklentileri, PMW-300 'ün geliştirilmesinde büyük rol oynadı.

Sony PMW-300
Sony PMW-300

    PMW-300, 4:2:2 renk örneklemesiyle ve saniyede 50 Mb bit-rate oranıyla HD görüntü kaydı yapabiliyor. Kamera, ürün grubunun daha alt modellerinden farklı olarak, bu yıl çıkacak opsiyonel bir yazılım yükseltmesi ile XAVC formatında da kayıt yapabiliyor olacak. PMW-300'ün en dikkat çekici özelliğinin bu olduğunu düşünüyorum. XAVC formatı Sony tarafından ilk kez PMW-F55 ve PMW-F5 modellerinde kullanılmaya başlandı. 12-bit'e kadar renk derinliği ve 4:4:4 renk örneklemesi gibi son derece yüksek bir görüntü kalitesi sunan bu formatı, PMW-300'ün kullanım ömrünü son derece uzatacak bir yazılım yükseltme yatırımı olarak görüyorum.
    Şu anda piyasada bulunan PMW-300, PMW-300K1 model adı ile satılıyor. K1, kameranın Fujinon marka 14x zoom oranlı HD lens ile birlikte satılan modelinin adı. Bu lens, EX3 ile birlikte gelen lens ile aynı ve F1.9 diyafram açıklığı ile son derece de hızlı. PMW-300K2 model adı ile bu yıl içerisinde piyasaya çıkacak modelde ise, 16x zoom oranlı ve yine Fujinon marka bir lens olacak. Zoom oranındaki fark dışında, K2 modeli ile birlikte gelecek lenste görüntü dengeleyicinin(image stabilizer) bulunmaması ve filtre çapının 82mm olacak olması en önemli fark.


Sony PMW-300

   PMW-300'de 3 tane EXMOR CMOS sensör bulunuyor. Yüksek hassasiyetli bu sensörler ile, tıpkı PMW-200 modelinde olduğu gibi, düşük ışık koşullarında son derece iyi sonuçlar alınabiliyor. Ürün grubunun diğer kameralarından farklı olarak PMW-300'de, “3D Noise Reduction” yani üç boyutlu gürültü azaltma isimli yazılımsal bir gürültü azaltma teknolojisi kullanılmış. Böylece, PMW-200 ve PMW-100'de gözlemlediğim, olması gerekenden biraz daha fazla olan gürültü oranı da azaltılmış.
   Kameranın dikkat çekici bir diğer özelliği de yeni tasarım vizör ve LCD ekranı. EX3'te kullanılan vizör sistemi tamamen değiştirilmiş ve çok daha fonksiyonel bir tasarım ortaya çıkmış. LCD ekran, 3,5 inç büyüklüğünde ve 960 yatay 540 dikey gibi yüksek bir piksel çözünürlüğüne sahip. Böylece, son derece hızlı ve pratik net yapılabiliniyor. İstenildiği zaman sökülebilen bu vizör sistemi, 360 derece dönebiliyor. LCD ekrandaki görüntü bir ayna vasıtası ile, açılıp kapanabilir vizöre yansıtılıyor ve tıpkı klasik bir vizör kullanımındaki gibi izlenebiliniyor. İstenildiği zaman, vizör kapağı kaldırılarak görüntü aynadan yansıtılan LCD ekran görüntüsünden takip edilebiliyor. Eğer LCD ekranı direkt görmek veya görüntü, kameranın yan tarafından takip edilmek istenirse, aynanın olduğu bölüm de açılarak ekrana ulaşılabilir. Bu üç kademeli ve tamamen ayarlanabilir sistem, kameranın boyutlarına oranla biraz büyük olsa da, kullanım ihtiyaçlarına göre pratik bir şekilde ayarlanabildiği için gerektiği durumlarda çok verimli olabilir. Vizörün kamera bağlantı noktaları metalik bir malzemeden imal edildiği için son derece sağlam görünüyor.

Sony PMW-300

   EX3'ün alışılmışın dışında, yarı omuz tipi olarak adlandırılan kendine özgün bir tasarımı vardı. PMW-300'de bu tasarım değiştirilmiş ve klasik bir el kamerasına daha çok benzeyen bir tasarım yapılmış. Ancak, gerektiği durumlarda destek olması için, kameranın altına kızak sistemi ile kapanıp açılabilen bir omuz destek aparatı yerleştirilmiş. Bu kızaklı destek sistemi, bana ilk bakışta sanki çok fazla etkili olmayacakmış izlenimi vermişti; fakat kamerayı açıp omuzuma aldığımda, aslında verimli çalışan ve ele yüklenen ağırlığın neredeyse yarısını omuza aktaran bir sistem olduğunu anladım. Uzun süren aktüel çekimlerde operatörü rahatlatan bu pratik sistem ile daha az sarsıntılı ve yorucu olmayan aktüel çekimler yapmak mümkün.
   2 adet SDI çıkışı, timecode girişi ve çıkışı, genlock girişi, i.LINK girişi ve çıkışı ve HDMI çıkışı gibi zengin giriş çıkışlara sahip kamera, ayrıca 4 kanal ses kaydı yapabiliyor. 15 saniyeye kadar önbellek kaydı, saniyede 60 kareye kadar ağır çekim modu(720p'de), wi-fi ile farklı cihazlarla bağlantı kurma ve önceden hazırlanan meta veri dosyalarını yükleyebilme, kameranın diğer gelişmiş özellikleri arasında yer alıyor. PMW-300'de, XDCAM EX kameralar ve serinin daha alt modellerinden farklı olarak dahili bir fan da bulunuyor. Tahminimce, ileriye dönük olarak ve XAVC formatının yüksek işlemci gücü gereksinimi düşünülerek konulmuş olan bu fanın hava çıkışı, kameranın üst tarafında ve tutamaçın hemen altında yer alıyor. Son derece sessiz olan fan, eğer istenirse, menüdeki bir seçenek ile ayarlanabiliyor ve kayda girince otomatik olarak kapanabiliyor.
   Kamerayı çantasından çıkartıp incelemeye başladığımda dikkatimi ilk çeken şey, kameranın beklediğimden biraz daha ağır olmasıydı. Orta boy bir pil, iki SxS kart, lens güneşliği ve harici mikrofon da takılıyken kameranın toplam ağırlığı 4 kilonun üstüne çıkıyor. Bir el kamerasına göre beklenenden daha ağır olmasında, kameranın son derece sağlam metal bir gövdeye sahip olması, LCD ve vizör sisteminin daha gelişmiş olması ve dahili omuzluk sisteminin etkisi çok. Eğer hafif ve daha ufak ebatlarda bir el kamerası arıyorsanız, belkide PMW-200 daha uygun bir tercih olabilir. Ancak, eğer aradığınız kamera bir omuz kamerası ise, PMW-300 uygun fiyatlı ve ufak ebatlı bir alternatif olabilir. 

Sony PMW-300

 
   Halen bir XDCAM EX serisi kameraya sahipseniz, PMW-300'e geçiş yapmak çok daha kolay ve uygun fiyatlı olabilir. PMW-300'ün düğmeleri ve menü yapısı XDCAM EX serisi kameralarınki ile neredeyse aynı. Ayrıca, sahip olduğunuz pilleri, kartları, kart okuyucuları, lens adaptörünü, birçok aksesuarı ve tabii daha da önemlisi neredeyse aynı iş akışını PMW-300'de de kullanabilir ve yatırım maliyetinizi düşürebilirsiniz.
   Kameranın ürettiği görüntüyü test edebilmek ve 4:2:2 renk örneklemesi ile saniyede 50 Mb bit-rate oranının olumlu etkilerini en iyi şekilde görebilmek için Recce Films'in Kadıköy'deki stüdyosunda bir yeşil ekran(green box) çekimi gerçekleştirdim. Elde ettiğimiz sonuçlar gayet tatminkârdı. PMW-300, beklenildiği gibi, düşük gürültülü ve kaliteli görüntüler verdi. Çekilen görüntülerin fonuna başka görüntüler eklemek, son derece hızlı ve başarılı bir şekilde gerçekleşti.


   Sağlam yapısı, XAVC kodeğini destekleyecek olması, değiştirilebilir bir lense sahip olması ve 4:2:2 50 Mb/sn kayıt kalitesi ile PMW-300, EX3'ün yerini fazlasıyla ve birçok üstün özellikle dolduruyor. Eğer uygun fiyatlı ve omuz kamerasına alternatif olabilecek çok yönlü bir kamera arıyorsanız, PMW-300 son derece doğru bir tercih olabilir.

28 Ocak 2014

Pamirler'in Kalbine Yolculuk


   Orta Asya’nın en uzak köşelerinden birine, neredeyse hiç bir insanın ayak basmadığı yerlere, ücrâ kavramını yeniden tanımlamama neden olacak topraklara, yani Tacikistan’ın doğusundaki Pamir Dağları’na 2005 Yılı'nda yaptığım bir yolculuğun hikayesi bu.



   Orta Asya’nın uçsuz bucaksız stepleri arasında yükselen dağ sıralarından biri olan Pamirler, büyük bölümü Tacikistan’da olmak üzere, Kırgızistan ve Çin topraklarında yer alıyor. Benim bu dağlara gidiş amacım ise bu bölgeye özgü ve ismini Venedikli ünlü gezgin Marco Polo’dan alan Marco Polo koyunlarını bir belgesel için görüntülemek. Sadece Pamirler’in yüksek bölgelerinde yaşayan bu nadir vahşi koyun cinsi etkileyici şekil ve büyüklükteki boynuzları ile tanınıyor.
   Bölgeye ulaşmak için önce Kırgızistan’a oradan da Kırgız-Art geçidi üzerinden Tacikistan’a geçmeye karar verdik. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e indikten sonra güneydeki Oş şehrine Rus yapımı eski bir Antonov uçağı ile uçtuk. Bu noktadan sonra kara yolu ile sınırı geçip bölgeye ulaşmaktan başka bir yol yok. Bozuk toprak yollarda saatlerce süren yolculuktan ve sayısız kontrol noktasından sonra Kyzyl-Art geçidinden Tacikistan’a ulaştık. Aralarında bölgenin en yüksek zirvelerinden biri olan Peak Lenin’in de bulunduğu yüzlerce zirve manzaramızın birer parçası. Bir süre sonra ilk konaklama yerimiz olan Kara-Kul gölü kıyısındaki ana kampa varıyoruz. Saatler süren yol boyunca gördüğümüz tek şey bir kaç tane araç. Etrafta hiç bir yerleşim yeri yok. Ana kamp denilen bu bina ise bölgeye gelen batılı avcıların konaklaması için bir Rus turizm şirketi tarafından yapılmış. Bahçesindeki bayrak direğinde Rusya Federasyonu bayrağı dalgalanıyor.
Kara-Kul Gölü Orta Asya’nın en büyük ve en yüksek göllerinden biri. 380 km ² yüz ölçümünde olan ve 3900 metrede yer alan göl, milyonlarca yıl önce bir meteor çarpması sonucu oluşmuş ve bu gerçek ancak yetmişli yıllarda çekilen uydu fotoğraflarının incelenmesi sonucu anlaşılmış. Gölün civarında yapılacak kısa bir yürüyüşle deforme olmuş, parçalanmış ve kararmış kaya veya taşları görmek mümkün.

Kara-Kul Gölü kıyısındaki ana kamp.


MURGAP

    Ekibimizin büyük bir bölümü ABD’den gelen avcılardan oluşuyor. Dünyanın bir çok değişik bölgesinde ‘big game’ yani büyük oyun olarak adlandırdıkları avlarda bulunmuş ve değişik türlerde hayvanlar avlamış olan ekibin bu seferki hedefi Marco Polo koyunları. Rehberlerimiz ise bölge konusunda deneyimli olan yerel halk. Yaklaşık on beş kişiden oluşan ekip ertesi gün ikiye bölünüyor. Bir kısmı Kara-Kul Gölü’nün kıyısındaki ana kampta kalırken, benim de dahil olduğum altı kişilik ekip Çin sınırına yakın Murgap isimli bölgeye gitmek üzere gece yarısı yola çıkıyor. Sabahın erken saatlerinde bölgeye varıyoruz. Burada, yaklaşık 4500 metre irtifada olan ve Tacikistan - Çin sınırını belirleyen dikenli tellerin hemen yakınlarına yapılmış iki odalı ufak bir kulübeye yerleşiyoruz.
    Çevreye bakmak için dışarı çıkıyorum. Etrafı 5000 metrelik dağlarla çevrili genişce bir düzlükteyiz. Her yer karlarla kaplı ve etrafta hiç bir yerleşim yok. Uzaklara, Çin tarafına doğru baktığımda iki tepenin arasından yükselen dev bir kütle görüyorum. İşte orada. Orta Asya’nın en yüksek zirvelerinden biri olan meşhur Muztag-Ata Dağı. 7546 metre yüksekliğindeki bu dağ, muhteşem görüntüsü ve heybetiyle görenleri büyülüyor.
Çin sınırı ve arkada Muztag-Ata Dağı


   Kulübemizin bulunduğu düzlük alanda bir de yak sürüsü var. Orta Asya’nın ve Himalayalar'ın yüksek bölgelerinde yaşayan bu hayvanlar uzun tüyleri ve boynuzları ile tanınıyor. Yakınlarda yaşayan ve geçimini bu yaklarla sağlayan bir Kırgız ailesine ait olan sürüde yaklaşık 40 kadar yak var. Oldukça sakin görünen yaklar zamanlarının büyük bölümünü kar altında kalmış otlara ulaşıp karınlarını doyurmaya çalışarak geçiriyor.

Donmuş bir yak boynuzu.



PAMİRLER’İN YÜZLERİ

    Yerel rehberimiz olan ve bölgeyi avucunun içi gibi bilen Salih, Kırgızistan’ın Oş şehrinde eşi ve iki çocuğu ile birlikte yaşayan bir Kırgız. Kendi aramızda rahatlıkla anlaşabiliyoruz. Bir çok ortak kelime kullandığımızı anlıyor ve her seferinde çok şaşırıyoruz. Salih, geçimini keskin gözleri ile bu bölgede rehberlik yapıp Marco Polo koyunlarını bularak sağlıyor ve herhangi bir Kırgız ailesinin ortalama kazancından çok daha fazlasını, yılın altı ayını bu dağlarda geçirerek kazanabiliyor.
    Ekibimizde aşcılık ve rehberlik yapan iki tane de Tacik var. Birinin adı Hüseyin. Tacik iç savaşı sırasında bir kumandan olduğunu söyleyen Hüseyin şimdi bizimkine benzeyen av turlarında rehberlik yaparak geçimini sağlıyor. Tacikistan’ın bu bölgesinde yaşayan halkın bir bölümü Farsi kökenli. Konuştukları dil ise Farsça’ya çok benziyor. Afgan halkıyla da akraba olan bu toplum, İslamiyet’in Şii mezhebinin İsmaili topluluğundan. Ağa Han ailesi önderliğindeki bu topluluk Orta Doğu ve Asya’nın bir çok değişik coğrafyasında yaşıyor.
Takip eden günlerde bölgedeki yüksek vadi sistemlerinde Marco Polo koyunlarını arıyoruz. Zaman zaman 40-50 başdan oluşan sürülerle karşılaşıp bunları görüntülüyorum. Bazen, kilometrelerce öteden kokumuzu alıp yükseklere doğru kaçıyorlar. Bölgedeki tek canlılar vahşi koyunlar değil. Bu dağlara özgü dağ keçilerine ve kurt sürülerine de rastlıyoruz zaman zaman. Kurtlar, Anadolu’dakilere kıyasla çok daha iri. İlk kez uzakdan gördüğümde biraz ürküyorum ancak etrafımdaki herkesde tüfek olduğunu hatırlamam içimi rahatlatıyor.


YÜKSEK İRTİFADA SATRANÇ

    Dağlarda koyun peşinde oradan oraya koşuşturmak dışında kalan ve kulübede geçen zamanlarda kendimize bir uğraş edinmek için yaptığımız arayışlar bir sonuç veriyor. Rus rehberimiz Nikolai ile bir satranç takımı yapmaya karar veriyoruz. Ben tahtayı, o da taşları yapacak. Hemen dışarı çıkıp kulübenin önündeki yakacak yığınından uygun bir tahta parçası buluyorum. Sobadan çıkardığım kömürleşmiş parçalarla da tahtanın üstüne siyah kareleri ve çizgileri çiziyorum. Nikolai ise taşlar için son derece yaratıcı bir çözüm buluyor. Biraz un ve suyu uygun bir kıvama gelene kadar yoğurup şekillendiriyor ve sobanın üzerinde pişiriyor. Böylece satranç taşlarımız da hazır oluyor. Kalan günlerde Nikolai ile onlarca çekişmeli oyun oynuyoruz. Bir çoğunu o kazansa da arada sırada benim de kazandığım oyunlar oluyor.

El yapımı satranç tahtası ve taşları



SINIR GÜVENLİĞİ VE UYUŞTURUCU TRAFİĞİ

   Kaldığımız kulübe Çin sınırına çok yakın. Sovyetler zamanında yapılan ve sınır boyunca uzanan dikenli ve elektrikli teller hala sapasağlam. Henüz çevredeki yerleşimlerde bile elektrik yokken bu ıssız coğrafyaya yıllar önce elektrik getirilmiş. Sovyetlerin dağılması ve Tacikistan devletinin kurulması ile tellere verilen elektrik kesilmiş. Bu kadar uzun ve dağlık bir sınırın güvenliğini sağlayan bu tellere çok iyi bakıldığı hemen fark ediliyor. Sınır güvenliğine bu derece önem vermelerinin bir diğer nedeni ise, bölgenin dünyanın en önemli uyuşturucu trafiğine sahip olması. Afganistan’da üretilen başta esrar olmak üzere bir çok uyuşturucu madde Tacikistan’dan sonra diğer Türki Cumhuriyetler ve Türkiye üzerinden yasa dışı yollarla Avrupa’ya ulaştırılıyor. Şehirlerarası yollarda sık sık yapılan kontrollerin nedeni de işte bu uyuşturucu trafiğini azaltma düşüncesi. Avrupa Birliği’nin de desteğiyle gerçekleşen bir projenin parçası olan bu arama noktaları bugün maalesef amacından sapıp, ‘baksheesh’ yani rüşvet toplama noktaları haline gelmiş durumda.

Muztag-Ata Dağı



MEDENİYETE DÖNÜŞ

   Bu ıssız bölgede bulunma nedenim olan Marco Polo koyunlarını, şansımızın olduğu günlerde görüntüleme fırsatını yakaladık ve geçen 12 günün ardından Kara-Kul Gölü kıyısındaki ana kampa dönüş yoluna geçtik. Gelirken havanın karanlık olması nedeniyle göremediğim Asya kıtasının, motorlu araçların geçmesine uygun en yüksek geçitlerinden biri olan 4655 metre yüksekliğindeki Ak-Baital Geçidi’nden geçiyoruz. Ak-Baital Türkçe’de beyaz at anlamına geliyor. Bu geçit ilk açıldığı yıllarda dünyanın en yüksek geçitlerinden biriymiş. Yapımı sırasında bir çok işçinin öldüğü geçidin en tepe noktasında, ölen işçiler anısına yapılmış bir de anıt bulunuyor.
   Ana kampımızda, günlerdir uzak kaldığımız banyo, elektirik ile aydınlanma, uydu telefonu, televizyon ve yatak gibi konforlarla bir kaç gün boyunca hasret giderip yine Kyzyl-Art geçidi üzerinden Kırgızistan’a dönüyoruz.
   Dünyanın çatısı diye adlandırılan etkileyici, ama bir o kadar da geri kalmış bu coğrafya şimdilik sadece av merakı olan insanları ağırlayabiliyor. Ancak döndüğü her köşede karşısına yaşanacak bir macera çıkacağını bilen ve dünyada hala pek çok keşfedilmemiş köşe olduğunu da bilen maceraperest gezginler için bu bir engel olamaz.