Orta Asya’nın
uçsuz bucaksız stepleri arasında yükselen dağ sıralarından
biri olan Pamirler, büyük bölümü Tacikistan’da olmak üzere,
Kırgızistan ve Çin topraklarında yer alıyor. Benim bu dağlara
gidiş amacım ise bu bölgeye özgü ve ismini Venedikli ünlü gezgin Marco
Polo’dan alan Marco Polo koyunlarını bir belgesel için
görüntülemek. Sadece Pamirler’in yüksek bölgelerinde yaşayan
bu nadir vahşi koyun cinsi etkileyici şekil ve büyüklükteki
boynuzları ile tanınıyor.
Bölgeye ulaşmak
için önce Kırgızistan’a oradan da Kırgız-Art geçidi
üzerinden Tacikistan’a geçmeye karar verdik. Kırgızistan’ın
başkenti Bişkek’e indikten sonra güneydeki Oş şehrine Rus
yapımı eski bir Antonov uçağı ile uçtuk. Bu noktadan sonra kara yolu ile sınırı geçip bölgeye ulaşmaktan başka bir yol
yok. Bozuk toprak yollarda saatlerce süren yolculuktan ve sayısız
kontrol noktasından sonra Kyzyl-Art geçidinden Tacikistan’a
ulaştık. Aralarında bölgenin en yüksek zirvelerinden biri olan
Peak Lenin’in de bulunduğu yüzlerce zirve manzaramızın birer
parçası. Bir süre sonra ilk konaklama yerimiz olan Kara-Kul gölü
kıyısındaki ana kampa varıyoruz. Saatler süren yol boyunca
gördüğümüz tek şey bir kaç tane araç. Etrafta hiç bir
yerleşim yeri yok. Ana kamp denilen bu bina ise bölgeye gelen
batılı avcıların konaklaması için bir Rus turizm şirketi
tarafından yapılmış. Bahçesindeki bayrak direğinde Rusya
Federasyonu bayrağı dalgalanıyor.
Kara-Kul Gölü
Orta Asya’nın en büyük ve en yüksek göllerinden biri.
380 km ² yüz
ölçümünde olan ve 3900 metrede yer alan göl, milyonlarca yıl
önce bir meteor çarpması sonucu oluşmuş ve bu gerçek ancak
yetmişli yıllarda çekilen uydu fotoğraflarının incelenmesi
sonucu anlaşılmış. Gölün civarında yapılacak kısa bir
yürüyüşle deforme olmuş, parçalanmış ve kararmış kaya veya
taşları görmek mümkün.
Kara-Kul Gölü kıyısındaki ana kamp. |
MURGAP
Ekibimizin büyük
bir bölümü ABD’den gelen avcılardan oluşuyor. Dünyanın bir
çok değişik bölgesinde ‘big game’ yani büyük oyun olarak
adlandırdıkları avlarda bulunmuş ve değişik türlerde hayvanlar
avlamış olan ekibin bu seferki hedefi Marco Polo koyunları.
Rehberlerimiz ise bölge konusunda deneyimli olan yerel halk.
Yaklaşık on beş kişiden oluşan ekip ertesi gün ikiye bölünüyor.
Bir kısmı Kara-Kul Gölü’nün kıyısındaki ana kampta
kalırken, benim de dahil olduğum altı kişilik ekip Çin sınırına
yakın Murgap isimli bölgeye gitmek üzere gece yarısı yola
çıkıyor. Sabahın erken saatlerinde bölgeye varıyoruz. Burada,
yaklaşık 4500 metre irtifada olan ve Tacikistan - Çin sınırını
belirleyen dikenli tellerin hemen yakınlarına yapılmış iki odalı
ufak bir kulübeye yerleşiyoruz.
Çevreye bakmak
için dışarı çıkıyorum. Etrafı 5000 metrelik dağlarla çevrili
genişce bir düzlükteyiz. Her yer karlarla kaplı ve etrafta hiç
bir yerleşim yok. Uzaklara, Çin tarafına doğru baktığımda iki
tepenin arasından yükselen dev bir kütle görüyorum. İşte
orada. Orta Asya’nın en yüksek zirvelerinden biri olan meşhur
Muztag-Ata Dağı. 7546 metre yüksekliğindeki bu dağ, muhteşem
görüntüsü ve heybetiyle görenleri büyülüyor.
Çin sınırı ve arkada Muztag-Ata Dağı |
Kulübemizin
bulunduğu düzlük alanda bir de yak sürüsü var. Orta Asya’nın ve Himalayalar'ın
yüksek bölgelerinde yaşayan bu hayvanlar uzun tüyleri ve
boynuzları ile tanınıyor. Yakınlarda yaşayan ve geçimini bu
yaklarla sağlayan bir Kırgız ailesine ait olan sürüde yaklaşık 40
kadar yak var. Oldukça sakin görünen yaklar zamanlarının büyük
bölümünü kar altında kalmış otlara ulaşıp karınlarını
doyurmaya çalışarak geçiriyor.
Donmuş bir yak boynuzu. |
PAMİRLER’İN
YÜZLERİ
Yerel rehberimiz
olan ve bölgeyi avucunun içi gibi bilen Salih, Kırgızistan’ın
Oş şehrinde eşi ve iki çocuğu ile birlikte yaşayan bir Kırgız.
Kendi aramızda rahatlıkla anlaşabiliyoruz. Bir çok ortak kelime
kullandığımızı anlıyor ve her seferinde çok şaşırıyoruz.
Salih, geçimini keskin gözleri ile bu bölgede rehberlik yapıp
Marco Polo koyunlarını bularak sağlıyor ve herhangi bir Kırgız
ailesinin ortalama kazancından çok daha fazlasını, yılın altı ayını
bu dağlarda geçirerek kazanabiliyor.
Ekibimizde
aşcılık ve rehberlik yapan iki tane de Tacik var. Birinin adı
Hüseyin. Tacik iç savaşı sırasında bir kumandan olduğunu
söyleyen Hüseyin şimdi bizimkine benzeyen av turlarında rehberlik
yaparak geçimini sağlıyor. Tacikistan’ın bu bölgesinde yaşayan
halkın bir bölümü Farsi kökenli. Konuştukları dil ise
Farsça’ya çok benziyor. Afgan halkıyla da akraba olan bu toplum,
İslamiyet’in Şii mezhebinin İsmaili topluluğundan. Ağa Han
ailesi önderliğindeki bu topluluk Orta Doğu ve Asya’nın bir çok
değişik coğrafyasında yaşıyor.
Takip eden
günlerde bölgedeki yüksek vadi sistemlerinde Marco Polo
koyunlarını arıyoruz. Zaman zaman 40-50 başdan oluşan sürülerle
karşılaşıp bunları görüntülüyorum. Bazen, kilometrelerce
öteden kokumuzu alıp yükseklere doğru kaçıyorlar. Bölgedeki
tek canlılar vahşi koyunlar değil. Bu dağlara özgü dağ
keçilerine ve kurt sürülerine de rastlıyoruz zaman zaman.
Kurtlar, Anadolu’dakilere kıyasla çok daha iri. İlk kez uzakdan
gördüğümde biraz ürküyorum ancak etrafımdaki herkesde tüfek
olduğunu hatırlamam içimi rahatlatıyor.
YÜKSEK İRTİFADA
SATRANÇ
Dağlarda koyun
peşinde oradan oraya koşuşturmak dışında kalan ve kulübede
geçen zamanlarda kendimize bir uğraş edinmek için yaptığımız
arayışlar bir sonuç veriyor. Rus rehberimiz Nikolai ile bir
satranç takımı yapmaya karar veriyoruz. Ben tahtayı, o da
taşları yapacak. Hemen dışarı çıkıp kulübenin önündeki
yakacak yığınından uygun bir tahta parçası buluyorum. Sobadan
çıkardığım kömürleşmiş parçalarla da tahtanın üstüne
siyah kareleri ve çizgileri çiziyorum. Nikolai ise taşlar için
son derece yaratıcı bir çözüm buluyor. Biraz un ve suyu uygun
bir kıvama gelene kadar yoğurup şekillendiriyor ve sobanın
üzerinde pişiriyor. Böylece satranç taşlarımız da hazır
oluyor. Kalan günlerde Nikolai ile onlarca çekişmeli oyun
oynuyoruz. Bir çoğunu o kazansa da arada sırada benim de
kazandığım oyunlar oluyor.
El yapımı satranç tahtası ve taşları |
SINIR GÜVENLİĞİ
VE UYUŞTURUCU TRAFİĞİ
Kaldığımız
kulübe Çin sınırına çok yakın. Sovyetler zamanında yapılan
ve sınır boyunca uzanan dikenli ve elektrikli teller hala
sapasağlam. Henüz çevredeki yerleşimlerde bile elektrik yokken
bu ıssız coğrafyaya yıllar önce elektrik getirilmiş.
Sovyetlerin dağılması ve Tacikistan devletinin kurulması ile
tellere verilen elektrik kesilmiş. Bu kadar uzun ve dağlık bir
sınırın güvenliğini sağlayan bu tellere çok iyi bakıldığı
hemen fark ediliyor. Sınır güvenliğine bu derece önem
vermelerinin bir diğer nedeni ise, bölgenin dünyanın en önemli
uyuşturucu trafiğine sahip olması. Afganistan’da üretilen başta
esrar olmak üzere bir çok uyuşturucu madde Tacikistan’dan sonra
diğer Türki Cumhuriyetler ve Türkiye üzerinden yasa dışı
yollarla Avrupa’ya ulaştırılıyor. Şehirlerarası yollarda sık
sık yapılan kontrollerin nedeni de işte bu uyuşturucu trafiğini
azaltma düşüncesi. Avrupa Birliği’nin de desteğiyle
gerçekleşen bir projenin parçası olan bu arama noktaları bugün
maalesef amacından sapıp, ‘baksheesh’ yani rüşvet toplama
noktaları haline gelmiş durumda.
Muztag-Ata Dağı |
MEDENİYETE DÖNÜŞ
Bu ıssız
bölgede bulunma nedenim olan Marco Polo koyunlarını, şansımızın
olduğu günlerde görüntüleme fırsatını yakaladık ve geçen 12
günün ardından Kara-Kul Gölü kıyısındaki ana kampa dönüş
yoluna geçtik. Gelirken havanın karanlık olması nedeniyle
göremediğim Asya kıtasının, motorlu araçların geçmesine uygun
en yüksek geçitlerinden biri olan 4655 metre yüksekliğindeki
Ak-Baital Geçidi’nden geçiyoruz. Ak-Baital Türkçe’de beyaz at
anlamına geliyor. Bu geçit ilk açıldığı yıllarda dünyanın
en yüksek geçitlerinden biriymiş. Yapımı sırasında bir çok
işçinin öldüğü geçidin en tepe noktasında, ölen işçiler
anısına yapılmış bir de anıt bulunuyor.
Ana kampımızda,
günlerdir uzak kaldığımız banyo, elektirik ile aydınlanma, uydu
telefonu, televizyon ve yatak gibi konforlarla bir kaç gün boyunca
hasret giderip yine Kyzyl-Art geçidi üzerinden Kırgızistan’a
dönüyoruz.
Dünyanın çatısı
diye adlandırılan etkileyici, ama bir o kadar da geri kalmış bu
coğrafya şimdilik sadece av merakı olan insanları
ağırlayabiliyor. Ancak döndüğü her köşede karşısına
yaşanacak bir macera çıkacağını bilen ve dünyada hala pek çok
keşfedilmemiş köşe olduğunu da bilen maceraperest gezginler için
bu bir engel olamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder