28 Ocak 2014

Pamirler'in Kalbine Yolculuk


   Orta Asya’nın en uzak köşelerinden birine, neredeyse hiç bir insanın ayak basmadığı yerlere, ücrâ kavramını yeniden tanımlamama neden olacak topraklara, yani Tacikistan’ın doğusundaki Pamir Dağları’na 2005 Yılı'nda yaptığım bir yolculuğun hikayesi bu.



   Orta Asya’nın uçsuz bucaksız stepleri arasında yükselen dağ sıralarından biri olan Pamirler, büyük bölümü Tacikistan’da olmak üzere, Kırgızistan ve Çin topraklarında yer alıyor. Benim bu dağlara gidiş amacım ise bu bölgeye özgü ve ismini Venedikli ünlü gezgin Marco Polo’dan alan Marco Polo koyunlarını bir belgesel için görüntülemek. Sadece Pamirler’in yüksek bölgelerinde yaşayan bu nadir vahşi koyun cinsi etkileyici şekil ve büyüklükteki boynuzları ile tanınıyor.
   Bölgeye ulaşmak için önce Kırgızistan’a oradan da Kırgız-Art geçidi üzerinden Tacikistan’a geçmeye karar verdik. Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e indikten sonra güneydeki Oş şehrine Rus yapımı eski bir Antonov uçağı ile uçtuk. Bu noktadan sonra kara yolu ile sınırı geçip bölgeye ulaşmaktan başka bir yol yok. Bozuk toprak yollarda saatlerce süren yolculuktan ve sayısız kontrol noktasından sonra Kyzyl-Art geçidinden Tacikistan’a ulaştık. Aralarında bölgenin en yüksek zirvelerinden biri olan Peak Lenin’in de bulunduğu yüzlerce zirve manzaramızın birer parçası. Bir süre sonra ilk konaklama yerimiz olan Kara-Kul gölü kıyısındaki ana kampa varıyoruz. Saatler süren yol boyunca gördüğümüz tek şey bir kaç tane araç. Etrafta hiç bir yerleşim yeri yok. Ana kamp denilen bu bina ise bölgeye gelen batılı avcıların konaklaması için bir Rus turizm şirketi tarafından yapılmış. Bahçesindeki bayrak direğinde Rusya Federasyonu bayrağı dalgalanıyor.
Kara-Kul Gölü Orta Asya’nın en büyük ve en yüksek göllerinden biri. 380 km ² yüz ölçümünde olan ve 3900 metrede yer alan göl, milyonlarca yıl önce bir meteor çarpması sonucu oluşmuş ve bu gerçek ancak yetmişli yıllarda çekilen uydu fotoğraflarının incelenmesi sonucu anlaşılmış. Gölün civarında yapılacak kısa bir yürüyüşle deforme olmuş, parçalanmış ve kararmış kaya veya taşları görmek mümkün.

Kara-Kul Gölü kıyısındaki ana kamp.


MURGAP

    Ekibimizin büyük bir bölümü ABD’den gelen avcılardan oluşuyor. Dünyanın bir çok değişik bölgesinde ‘big game’ yani büyük oyun olarak adlandırdıkları avlarda bulunmuş ve değişik türlerde hayvanlar avlamış olan ekibin bu seferki hedefi Marco Polo koyunları. Rehberlerimiz ise bölge konusunda deneyimli olan yerel halk. Yaklaşık on beş kişiden oluşan ekip ertesi gün ikiye bölünüyor. Bir kısmı Kara-Kul Gölü’nün kıyısındaki ana kampta kalırken, benim de dahil olduğum altı kişilik ekip Çin sınırına yakın Murgap isimli bölgeye gitmek üzere gece yarısı yola çıkıyor. Sabahın erken saatlerinde bölgeye varıyoruz. Burada, yaklaşık 4500 metre irtifada olan ve Tacikistan - Çin sınırını belirleyen dikenli tellerin hemen yakınlarına yapılmış iki odalı ufak bir kulübeye yerleşiyoruz.
    Çevreye bakmak için dışarı çıkıyorum. Etrafı 5000 metrelik dağlarla çevrili genişce bir düzlükteyiz. Her yer karlarla kaplı ve etrafta hiç bir yerleşim yok. Uzaklara, Çin tarafına doğru baktığımda iki tepenin arasından yükselen dev bir kütle görüyorum. İşte orada. Orta Asya’nın en yüksek zirvelerinden biri olan meşhur Muztag-Ata Dağı. 7546 metre yüksekliğindeki bu dağ, muhteşem görüntüsü ve heybetiyle görenleri büyülüyor.
Çin sınırı ve arkada Muztag-Ata Dağı


   Kulübemizin bulunduğu düzlük alanda bir de yak sürüsü var. Orta Asya’nın ve Himalayalar'ın yüksek bölgelerinde yaşayan bu hayvanlar uzun tüyleri ve boynuzları ile tanınıyor. Yakınlarda yaşayan ve geçimini bu yaklarla sağlayan bir Kırgız ailesine ait olan sürüde yaklaşık 40 kadar yak var. Oldukça sakin görünen yaklar zamanlarının büyük bölümünü kar altında kalmış otlara ulaşıp karınlarını doyurmaya çalışarak geçiriyor.

Donmuş bir yak boynuzu.



PAMİRLER’İN YÜZLERİ

    Yerel rehberimiz olan ve bölgeyi avucunun içi gibi bilen Salih, Kırgızistan’ın Oş şehrinde eşi ve iki çocuğu ile birlikte yaşayan bir Kırgız. Kendi aramızda rahatlıkla anlaşabiliyoruz. Bir çok ortak kelime kullandığımızı anlıyor ve her seferinde çok şaşırıyoruz. Salih, geçimini keskin gözleri ile bu bölgede rehberlik yapıp Marco Polo koyunlarını bularak sağlıyor ve herhangi bir Kırgız ailesinin ortalama kazancından çok daha fazlasını, yılın altı ayını bu dağlarda geçirerek kazanabiliyor.
    Ekibimizde aşcılık ve rehberlik yapan iki tane de Tacik var. Birinin adı Hüseyin. Tacik iç savaşı sırasında bir kumandan olduğunu söyleyen Hüseyin şimdi bizimkine benzeyen av turlarında rehberlik yaparak geçimini sağlıyor. Tacikistan’ın bu bölgesinde yaşayan halkın bir bölümü Farsi kökenli. Konuştukları dil ise Farsça’ya çok benziyor. Afgan halkıyla da akraba olan bu toplum, İslamiyet’in Şii mezhebinin İsmaili topluluğundan. Ağa Han ailesi önderliğindeki bu topluluk Orta Doğu ve Asya’nın bir çok değişik coğrafyasında yaşıyor.
Takip eden günlerde bölgedeki yüksek vadi sistemlerinde Marco Polo koyunlarını arıyoruz. Zaman zaman 40-50 başdan oluşan sürülerle karşılaşıp bunları görüntülüyorum. Bazen, kilometrelerce öteden kokumuzu alıp yükseklere doğru kaçıyorlar. Bölgedeki tek canlılar vahşi koyunlar değil. Bu dağlara özgü dağ keçilerine ve kurt sürülerine de rastlıyoruz zaman zaman. Kurtlar, Anadolu’dakilere kıyasla çok daha iri. İlk kez uzakdan gördüğümde biraz ürküyorum ancak etrafımdaki herkesde tüfek olduğunu hatırlamam içimi rahatlatıyor.


YÜKSEK İRTİFADA SATRANÇ

    Dağlarda koyun peşinde oradan oraya koşuşturmak dışında kalan ve kulübede geçen zamanlarda kendimize bir uğraş edinmek için yaptığımız arayışlar bir sonuç veriyor. Rus rehberimiz Nikolai ile bir satranç takımı yapmaya karar veriyoruz. Ben tahtayı, o da taşları yapacak. Hemen dışarı çıkıp kulübenin önündeki yakacak yığınından uygun bir tahta parçası buluyorum. Sobadan çıkardığım kömürleşmiş parçalarla da tahtanın üstüne siyah kareleri ve çizgileri çiziyorum. Nikolai ise taşlar için son derece yaratıcı bir çözüm buluyor. Biraz un ve suyu uygun bir kıvama gelene kadar yoğurup şekillendiriyor ve sobanın üzerinde pişiriyor. Böylece satranç taşlarımız da hazır oluyor. Kalan günlerde Nikolai ile onlarca çekişmeli oyun oynuyoruz. Bir çoğunu o kazansa da arada sırada benim de kazandığım oyunlar oluyor.

El yapımı satranç tahtası ve taşları



SINIR GÜVENLİĞİ VE UYUŞTURUCU TRAFİĞİ

   Kaldığımız kulübe Çin sınırına çok yakın. Sovyetler zamanında yapılan ve sınır boyunca uzanan dikenli ve elektrikli teller hala sapasağlam. Henüz çevredeki yerleşimlerde bile elektrik yokken bu ıssız coğrafyaya yıllar önce elektrik getirilmiş. Sovyetlerin dağılması ve Tacikistan devletinin kurulması ile tellere verilen elektrik kesilmiş. Bu kadar uzun ve dağlık bir sınırın güvenliğini sağlayan bu tellere çok iyi bakıldığı hemen fark ediliyor. Sınır güvenliğine bu derece önem vermelerinin bir diğer nedeni ise, bölgenin dünyanın en önemli uyuşturucu trafiğine sahip olması. Afganistan’da üretilen başta esrar olmak üzere bir çok uyuşturucu madde Tacikistan’dan sonra diğer Türki Cumhuriyetler ve Türkiye üzerinden yasa dışı yollarla Avrupa’ya ulaştırılıyor. Şehirlerarası yollarda sık sık yapılan kontrollerin nedeni de işte bu uyuşturucu trafiğini azaltma düşüncesi. Avrupa Birliği’nin de desteğiyle gerçekleşen bir projenin parçası olan bu arama noktaları bugün maalesef amacından sapıp, ‘baksheesh’ yani rüşvet toplama noktaları haline gelmiş durumda.

Muztag-Ata Dağı



MEDENİYETE DÖNÜŞ

   Bu ıssız bölgede bulunma nedenim olan Marco Polo koyunlarını, şansımızın olduğu günlerde görüntüleme fırsatını yakaladık ve geçen 12 günün ardından Kara-Kul Gölü kıyısındaki ana kampa dönüş yoluna geçtik. Gelirken havanın karanlık olması nedeniyle göremediğim Asya kıtasının, motorlu araçların geçmesine uygun en yüksek geçitlerinden biri olan 4655 metre yüksekliğindeki Ak-Baital Geçidi’nden geçiyoruz. Ak-Baital Türkçe’de beyaz at anlamına geliyor. Bu geçit ilk açıldığı yıllarda dünyanın en yüksek geçitlerinden biriymiş. Yapımı sırasında bir çok işçinin öldüğü geçidin en tepe noktasında, ölen işçiler anısına yapılmış bir de anıt bulunuyor.
   Ana kampımızda, günlerdir uzak kaldığımız banyo, elektirik ile aydınlanma, uydu telefonu, televizyon ve yatak gibi konforlarla bir kaç gün boyunca hasret giderip yine Kyzyl-Art geçidi üzerinden Kırgızistan’a dönüyoruz.
   Dünyanın çatısı diye adlandırılan etkileyici, ama bir o kadar da geri kalmış bu coğrafya şimdilik sadece av merakı olan insanları ağırlayabiliyor. Ancak döndüğü her köşede karşısına yaşanacak bir macera çıkacağını bilen ve dünyada hala pek çok keşfedilmemiş köşe olduğunu da bilen maceraperest gezginler için bu bir engel olamaz.